skip to main |
skip to sidebar
1876 yılında Alexander Graham Bell telefonu icat ettiğinde, insan iletişiminde yeni bir çığır açıldı. Bell'in buluşundan önce, bir mesajı en hızlı iletmenin yolu, Mors alfabesiyle telgraf hatlarından ulaştırmaktı. Ancak telgraf kullanımında, insan sesinin teller aracılığıyla aktarılmasına olanak yoktu. Kendi dönemine göre yeni bir yöntem sayılan telgraftan önce, acil mesajların atlı ulaklar, duman işaretleri, güvercinler ve gemiler kullanılarak iletilmesi gerekiyordu.1870'li yıllarda pek çok insan, telgrafı geliştirmek için çaba harcıyordu. Ancak Bell, tek başına ipi göğüslemeyi başardı. Bell, tüm hayatını sağırların eğitimine adamıştı. Bir yandan da telgrafı geliştirmeye ve bu sayede para kazanmaya çalışıyordu.Deneyleri sırasında, bir odadan diğerine gerdiği telin yansıttığı ses titreşimlerini duydu. Bu zayıf sesi, diğer mucitler de duymuş olsalar bile, büyük farklılığı kavrayamadıkları hemen hemen kesindi. Bell, insan kulağının titreşimleri güçlendirmesi konusundaki derin bilgilerinin yardımı ve tel aracılığıyla insan sesinin aktarılmasının mümkün olduğunu kavradı. Böylece telefon doğdu. On yıl içerisinde, önce Amerika'ya daha sonra da tüm dünyaya yayıldı.
Johann Gutenberg, beş yüzyıldır matbaalarda kullanılan hareketli karakterleri icat etmiştir. Johann Gutenberg, sır dolu bir adamdır. Özel yaşamıyla ilgili hiçbir şey bilinmiyor.Matbaacılığın başlangıcından önce, okunacak her şey elle yazılırdı. Yalnızca din adamları ve eğitimli kişiler okuyabilirlerdi. Bu yüzden, kitaplar büyük miktarda üretilene kadar, öteki insanları bu kişiler eğitirdi. Matbaacılık, sıradan insana - kadına ve erkeğe - bilgi dünyasını açmış ve daha eşit koşullar içeren bir toplumun kurulmasına yardımcı olmuştur.Gutenberg, bilgi patlamasına neden olarak, dünyanın gidişini değiştiren matbaacılık yöntemini bizlere armağan etmiştir.
Günümüzde, lambayı yakamadan, plak dinleyemeden, sinemaya gidemeden ya da telefon edemeden yaşamayı, yani elektriksiz bir yaşamı hayal etmek bile zordur. Bugün yaşamın doğal bir parçası olarak gördüğümüz şeyleri, Thomas Alva Edison'ın pratik zekasına borçluyuz.Edison'dan önce, sokaklar, evler ve fabrikalardaki lambalar, her gece elle yakılıyordu ve bu lambalarda donuk bir gaz ışığı yanıyordu. Hava karardıktan sonra endüstrinin devamı olanaksızdı. Edison, elektriği ya da telefonu keşfetmedi. Ama pratik icat gücüyle ve gayretiyle, bunların daha geniş alanlarda kullanılmasını sağladı.Edison, belki de dünyanın gördüğü en büyük mucitti. O, bize çağdaş dünyanın teknolojik kapılarını açmıştır.
Darwin, dünyanın etrafında yapılan ve beş yıl süren bir yolculuktan sonra, on dokuzuncu yüzyıl toplumunu temelden sarsacak bir teori geliştirdi: İnsanlar ve maymunlar arasında benzerlik kurmuştu. "Türlerin kökeni" (The Origin of Species) adlı kitabında, karıncalardan fillere kadar tüm canlıların, doğal seleksiyonla evrimleştiğini öne süren görüşlerini yayımladı. Uyumlu ve başarılı olanlar yaşam savaşını kazanıyor, ancak diğerleri zamanla yok oluyorlardı.Kilise ve halk şok geçirdi. Onlar, insanın Tanrı tarafından yaratıldığına inanıyorlardı. İnsan, özgündü ve üstündü. Dünyada hayatın nasıl başladığı konusunda rakip görüşler arasında süren şiddetli tartışmalar ve çekişmeler yıllar boyunca devam etti. Sonunda, bilim dünyası Darwin'in görüşlerini benimsedi.Bu teori, bilimsel topluluklar arasında genel kabul görmüş olabilir. Ancak, dünya hala Victoria döneminden kalma görüşlerle hareket ediyor gibi... Yaratılanların efendisi olduğumuza inanan biz insanlar, tüm diğer türleri egemenliğimiz altına almaya ve onlara zarar vermeye devam ediyoruz. Darwin, insanı da evrim sürecine dahil etmiştir. O dönemdeki araştırmaların hikayesi ve tartışmalı kitabı, hala geçerliliğini korumaktadır.